Last Updated on 4 Mart 2023 by Aslıhan Demiralay
Dövüş Kulübü” ya da diğer ismiyle “Fight Club” hemen hemen herkes tarafın bilinen kült filmlerden biri. Hakkında sayısız makale ve akademik çalışma hazırlanan bu filmin içerisine gizlenmiş sosyolojik, psikolojik ve felsefi pek çok mesaj bulunuyor. “Dövüş Kulübü” içerisinde gizlenmiş bu mesajları, film okuması yöntemiyle açığa çıkarmayı amaçladığımız analiz yazımızı sizler için hazırladık.
Dövüş Kulübü (1999)
David Fincher tarafından yönetilen filmin kadrosunda Edward Norton, Brad Pitt ve Helena Bonham Carter gibi başarılı oyuncular yer alıyor. 1999 senesinde gösterime giren film, Chuck Palahniuk tarafından yazılmış aynı isimli romandan uyarlandı. Akademi Ödülleri’nden Brit Ödülleri’ne ve MTV Film Ödülleri’nden Politik Film Birliği Ödülleri’ne kadar ulusal ve uluslararası pek çok ödül kazanan film, sinema tarihinin kültlerinden biri olmayı başardı. Film, hayatının anlamını bulmaya çalışan Jack isimli ofis çalışanı ile gizemli dostu Tyler’ın hikâyesini anlatır.
Tüketim Toplumunun Eleştirisi
Yazımızın bundan sonraki kısmında, tüketim toplumunun eleştirilmesi bağlamında film incelemesi yapılacak. Ancak konunun daha anlaşılır olabilmesi için “tüketim toplumu” kavramına kısaca değinmemiz gerekiyor. Tüketim toplumu, üretilen herhangi bir malın tüketilmesini amaçlayan ve tüketim amacıyla örgütlenmiş toplumları tanımlayan sosyolojik bir terim. Dövüş Kulübü filmi ise “mikro-faşizme” dair önemli soruları gündeme getirdiğinden dolayı dikkat çekici bir film oldu. Kapitalizmle birlikte her şeyin bir fiyatının olması fikri, filmin giriş sahnesinde Jack’in kazazedelerin yanmış tenlerinin yapıştığı arabayı incelerken verilir. Bir sigorta şirketinde çalışan Jack üzerinden verilen bu mesaj, kapitalizmde insanların bile bir fiyatlarının olabileceğini görmekteyiz. Jack’in IKEA kataloglarını anımsatan evi ise ideal düzeni akıllara getirir. Filmin ana kahramanı olan Jack’in güzel bir işi vardır. Ayrıca hareketli bir yaşamı olan Jack’in ağ toplumunun tipik bir göstergesi olan uyku problemi vardır. Son derece düzenli olan hayatına ve tüketim alışkanlığına alışan Jack, uyku problemi için doktora gittiğinde, “Acı mı görmek istiyorsun? Salı gecesi Meyer Lisesi’ne bir uğra da testis kanseri olan adamları gör.” cevabını alır. Doktorun tavsiyesine uyarak Meyer Lisesi’ne gider ve farklı insanların acılarını görerek uyku problemini çözer. Ancak bu mutluluğu uzun sürmez. Gittiği etkinliklerin birinde Marla isimli bir kadınla tanışır. Marla’nın bu etkinliğe gelme sebebi ise sinemadan daha ucuz olması ve kahve ikramında bulunmalarıdır. Jack günün birinde zenginlere sabun satarak geçimini sağlayan karizmatik Tyler ile tanışır. Esrarengiz bir biçimde evi havaya uçurulan Jack, arkadaşı Tyler’ın harabe biçimindeki evine taşınmak ister. Ancak Tyler’ın bunun için Jack’ten tek bir talebi vardır; o da kendisine yumruk atmasıdır. Bir süre sonra bundan büyük bir zevk alan ikili sadece erkeklerin katılabildikleri “Dövüş Kulübü”nü kurarlar. Jack, dövüş kulübü sayesinde yeniden uyku problemini çözer. Vücudundaki yaraları, işini ve eski hayatını önemsemeyen Jack, bunu varoluşun bir bedeli olarak görür. Marla bir süre sonra tekrar karşısına çıkar. Marla ile konuşmak istemeyen Jack’in yerine Tyler Marla ile konuşur ve birlikte olurlar. Üçlü bu süreçten sonra aynı evde yaşamaya başlar. Jack kendini Tyler’ın tüketim toplumu eleştirisine kaptırmıştır. Jack ve Tyler dövüş kulübünün diğer üyeleriyle birlikte şehirde pek çok eyleme imza atarlar. Amaçları kapitalizmin insanlara sunduğu konfor takıntısına dikkat çekmektir. Dövüş kulübü üyeleri vandallığı bir strateji olarak benimseyen devrimci bir grup haline gelirler ve şehirdeki eylemleri dikkat çekmeye başlayınca peşlerine polisler düşer.
Bütün üyelerin tek tip giyinmeye başlaması ve kendi isimlerini kullanmalarının yasaklanması gruplarının örgütlenmelerini temsil eder. Erkeklerden oluşan bu grup, en büyük planları olan şehirdeki yedi iktisat gökdelenini havaya uçurmak için işe koyulurlar. Planlarının sonuncunda tüm banka bilgileri silinecek ve herkes yeni bir başlangıç yapabilecektir. Bir süre sonra grubun üyelerinden birini bir eylem sırasında ölmesiyle Jack, örgütün özgürleştirici planlarının yerini kör bir yok etme duygusuna bıraktığını fark eder. Birileri Tyler’ı durdurmalıdır, ancak Tyler yerinde yoktur. Jack belli bir süre sonra Tyler’ın kendisi olduğunu, başka bir ifade ile onun zihninde yarattığı bir karakter olduğunu anlar. Burada ise dikkat çekici çok önemli bir detay vardır. Psikanaliz biliminin kurucusu Sigmund Freud tarafından ortaya atılan “id, ego ve süper-ego” kavramları akıllara gelir. Jack; filmin başında başarılı, zengin, toplumsal normlara uyan ve kibar bir beyefendidir. Yani Jack’in temsili süper-egodur. Jack’in zihninde yarattığı Tyler ise onun aksine uyumsuz, sorunlu ve ilkeldir. Yani insan zihninin id kısmıdır. Filmin devamında ise Jack, gökdelenlerin havaya uçurulma planını iptal etmeye çalışır. Filmin son sahnesinde altı gökdelenin yıkıldığını, Marla ve Jack’ın içlerinde bulunduğu binanın ise sarsıldığını görürüz.
Dövüş Kulübü Filmiyle İlgili Son Söz
Filmdeki Tyler karakteri zihninde yarattığı Jack’e “…senin olmadığın kadar özgürüm.” der. Bu durum, sistem kuralları tarafından kuşatılan insanın aslında özgür olmadığını ve özgürlüğe duyduğu özlemi dile getirmektedir. Kapitalist sistemde insanları rahatsız eden şey; özgür olmamaları değil, sahte özgürlüklerin -yani tüketim özgürlüğünün- dayatılmasıdır. Filmin ana karakteri Jack, orta sınıf beyaz bir erkektir. Güzel bir işi vardır ve IKEA tarzı bir ev yaratmaya çalışmaktadır. Kendini bu şekilde tamamlaya çalışırken, etrafından olan olayların farkında değildir. Akıp giden bir hayat vardır ve gerçeklikle bağlantısını koparmıştır. Ancak benzer durumdaki adamlar, dövüş kulübünde birbirlerini ölesiye döverken acıyı hissetmeye ve gerçeklikle bağlantı kurmaya çalışırlar. Çünkü insan, ancak her şeyini kaybettiği zaman özgür olur. Bu nedenle kaybetmek ya da kaybediyor görünmek, aynı zamanda kazanmaktır. Acı sayesinde gerçeği deneyimlemektedir. Yani dövüş amaç değil, sadece bir araçtır. Film, kapitalist dünyada tüketim çılgınlığının yaşanmadığı alanları işaret etmektedir. Filmi post-modern yapan şey ise, her şeyin işlevini yerine getiremez hale gelmeden atılmasıdır. İnsanların yaşadığı bu tüketim çılgınlığına, kaynakların da bir süre sonra yetersiz kalacağı ortadadır. Ekonomi en basit tanımı ile sınırsız insan ihtiyaçlarını sınırlı kaynaklarla karşılamaya çalışmaktır. Dünyanın iyiliği adına, sahte ve suni ihtiyaçlar yerine temel ihtiyaçlarımıza odaklanmamız gerekmektedir. Son zamanlarda bunun adına da “minimalizm” denilmektedir.